top of page

Mektuplar

Clara Zetkin

1935'de İstanbul’da toplanacak Uluslararası Kadın Kongresinde okunmak için Türk kadınlarına açık mektup;             

 

 

                                    19 Haziran 1933, Arkhangelskoye Sarayı, Moskova

 

Fedakâr Türkiyeli yoldaşlarım,

 

Kadın haklarının her gün gündemde daha fazla yer almaya başladığı günler geçiriyoruz ve sizleri, Türk kadın hakları savunucularını, bu mücadelenin başlangıç noktasına götürmeyi, bana ve çağdaşlarıma ilham kaynağı olan olayları anlatmayı boynumun borcu olarak görüyorum. Bu nedenle de özellikle 1890-1933 yılları arasında yürüttüğüm çalışmaları ve özellikle de Büyük Savaş sonrası yaşananların günümüze nasıl yansıdığı konusundaki gözlemlerimi sizlerle paylaşacağım. Bu mektubu okurken sizlerden tek ricam olayları günümüz gözünden değil dönemin anlayışı içerisinde okumanızdır. Kimi zaman baskıcı bir hükümet altında çalışmalarımızı yönettik, kimi zaman daha özgür koşullar altında pozitif perspektifimizi koruyabildik. Ancak en zoru belki de savaşın belirsizliği içerisinde karmaşık bir ortamda çalışmalarımızı sürdürmek oldu. Bu nedenle de savaş döneminde kadın hakları hareketlerinin anlamak önemli olacaktır. Bu notlar eşliğinde öncelikle bütün bu hareketlerin kaynağına inmek gerekir.

 

Gözlemlerim sonucu ulaştığım ilk sonuç, bir insanı en çok kızdıran şeyin yanlış olduğu halde herkes tarafından kabul görülen, yıllar boyu bir norm olarak toplumsal hayata işlemiş eşitsizlikler olduğudur. Marx, doğmakta olan proletaryanın yükselen burjuvazi tarafından nasıl sömürüldüğünü, nasıl en temel haklarının elinden alındığını, nasıl eğitimden, çalışmaktan, yani insan olma ve insanca yaşama hakkından dan mahrum bırakıldığını anlatır. Kadınların erkekler karşısında durumu da işçi sınıfının burjuva sınıfı karşısındaki durumundan farklı değildir. Hatta kadın hakları meselesi de bu eşitsizliklerle mücadelenin en bariz örneğidir. Erkeklere eğitim olanağı, çalışma imkânı ve oy verme hakkı tanınmış; ancak kadınlar bunlardan uzak tutulmuş, onlara ev işleriyle uğraşmak dışında bir imkân verilmemiştir. Günümüz toplumunda, kadınlar, erkeklerin ev işlerini yapan ucuza çalışan birer emekçidirler. Bu durumun normalleşmesi ve herhangi bir dayanak noktası olmadan bir cinsiyete hayatını şekillendirmesi için bir seçim hakkı tanınmaması bizim öfkemizin temelidir. Her zaman da öyle olmuştur. Bu öfkemizin de son bulması için insanların hayatının her noktasında eşitsizliğin giderilmesi gerekir.

 

Büyük Savaş öncesinde eylemlerimizi planlarken de her zaman bu düşünceyle hareket ettik. Birçok kadın hakları savunucusundan da ayrıştığımız nokta bu oldu. Hayatın her noktasında eşitlik arayan, Rusya’da savaş öncesi oluşmaya başlayan devrimci ruhun takipçileri olarak burjuvanın kadın hareketleri ile proletaryanın hareketlerini bağdaştırmak mümkün değildir. Mesela, Avrupa'daki liberal Sufragette’ler kadın haklarının kurtuluşunu sadece basit bir oy hakkına indirgemişlerdir. Kadınların tek ihtiyacı oy hakkı değildir, zaten bu burjuva demokrasisinde oy hakkı verilse de kadınların evdeki köleliği devam edecektir. Ya o Amerikada’ki League of Woman Voters ya da Temprance League sadece oy hakkına ve alkolizm karşıtlığı ile uğraşmaktadır. Türkiye’de ise Kadınlar Halk Fırkası diye bir oluşumu duyduk. Türk toplumunda, özellikle de İslam dünyasında bir kadın hareketine ihtiyaç onlarca yıldır vardı. Bu bakımdan bu parti, dünya kadın hakları bakımından çok önemli bir adımdır. Ama Türk yoldaşlarım, sizi Amerikan National Woman’s Party’nin düştüğü yanlışlıklara karşı uyarmak isterim. Bu parti sadece oy haklarına odaklandı, kadınların sömürülmesini unuttu. Türkiye’deki Kadınlar Halk Partisi de aynı hataları tekrarlamış gibi duruyor. Kadınların kurtuluşuna giden yol Türk işçi ve köylülerin kurtuluşundan da geçer.

 

Ben hayatım boyunca sosyalizm ve kadın hakları hareketleri beraber yürütülürse başarıya ulaşacağına inanan bir insandım. Bazı kaynaklarda belirtildiği üzere asla birini diğerinin üstünde tutmadım. Zaten biri olmadan diğerinin başarıya ulaşması mümkün değildi. Ancak yine bazı kaynaklarda belirtildiğinin aksine burjuva kadın hareketlerine karşı kötümser bir bakış açım olmadı. Yalnızca iki farklı bakış açısının birbirinden ayrı tutulması gerektiğine inanıyordum. Sonra savaş yılları başladı ve elbette ki bu dağınıklık ortamı insanları korkutuyordu. Bir yandan kadınlar da savaşa giden kocalarına en iyi şekilde destek olmaya çalışıyorlardı, bir yandan da tutunacak bir ideal veya bir inanç arıyorlardı. Burada biz devreye giriyorduk. Bizim mücadelemiz ancak kadın ve erkeklerin beraber çalışmasıyla mümkün olabilirdi ve bu kadar erkeğin savaş alanına gittiği bir dönemde bu mümkün olamıyordu. Savaşın bizim mücadelemizi zorlaştırdığı bir nokta ise milliyetçilik fikirlerini körüklemesiydi. Enternasyonalizmi temel alan ve kadın haklarını evrensel hale getirmeye çalışan biz idealist kadınlar için de bu ağır bir darbeydi. Bu nedenle savaş yıllarında kadınların bu ideal uğruna örgütlenebileceği bir savaş karşıtı Sosyalist Kadınlar Konferansı düzenledim ve her ülkeden temsilci çağırmaya çalıştım. Bu isyanımızın somutlaştırılması için önemli bir adımdı ve ben konferansı düzenlediğim için daha sonra hapse girsem de mücadele bir çığ gibi büyüdü. Bizim düzenlediğimizin devamı niteliğinde birçok konferans daha yapıldı ve dünyanın karmaşasına rağmen kadının gücü ve dayanışması savaş yıllarında devam etti. 1917 ise evrensel perspektiften bakıldığında mücadelemizin zirvesi oldu. 8 Ocak’ta Fransa’da, 8 Mart’ta Rusya’da, ağustos ayında da İtalya’da kadınlar savaş karşıtı eylemler ve grevler düzenlediler. Amerika’da Beyaz Saray’ın önünde, Rusya’da ise Petrograd Meydanı’nda kadınlara oy hakkı verilmesi için eylemler düzenlendi. Sosyalizmin ve Sovyet Devrimi’nin getirdiği eşitlik dalgası, kadın hakları hareketlerinin ve genel olarak savaş karşıtı hareketlerin hiç olmadığı kadar yayılmasını sağladı.

 

Kısacası, kadın haklarının bu dönemde daha fazla konuşulması ve bu konuda somut adımlar atılmasını geleneksel yöntemlerin aksine devrimci bir ruhun bu dönemde boy göstermesine bağlıyorum. Daha önceki bazı feminist hareketlerin aksine bizim mücadelemizde erkeklerin büyük bir rolünün olduğunu düşünüyorum ve bu meselenin bir cinsiyet meselesinden çok bir sınıf meselesinden doğduğunu ve “normal” hale getirilmeye çalışıldığını gözlemliyorum. Savaş ve devrim yıllarından sonra yüzyıllarca gündeme bile gelmeyen kadınların oy hakkı, birçok ülke tarafından verildi ve bu gerçekten de önemli bir gelişme. Ancak bizim sözünü ettiğimiz eşitliğe ulaşmak için gidilecek uzun bir yol var. Kadınlar işe alınırken ve maaşları düşünülürken erkeklerle aynı standartlarda ve aynı imkânlarda oldukları artık herkes tarafından kabul edilmeli, insanların bilinçaltına işlemiş bazı yanlış kodlar yok edilmelidir. Ev işlerinin paylaşımı ve çocuk bakımı gibi konular daha çok dillendirilmeli ve uygulanabilir düzenlemeler yapılmalıdır. Birleşmiş Milletler’in sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin beşinci maddesi olan “cinsiyet eşitliği” de ancak bu yollarla sağlanabilir. Bu nedenle sizlere öğüdüm; evinizde, işinizde, nerede olursanız olun eşitliği kovalayın; ancak bu yolla huzurlu ve dengeli bir hayat sürebilirsiniz, evrensel kadın hakları eşitliğinin aslında çok uzak olmadığını görebilirsiniz.

 

 

                                                                                            Saygılarımla,

                                                                                            Clara Zetkin 

Suad Derviş

Clara Zetkin'in 1933'de Uluslararası Kadın Kongresinde okunmak için Türk kadınlarına yazdığı açık mektuba cevap;             

 

                                                           23 Şubat 1935, İstanbul

Dünyanın dört bir yanından gelen kadın misafirlerimiz;

 

İstanbul’da toplanan Uluslararası Kadın Kongresi aracılığıyla sizlere seslenmek isterim. Bu açık mektup ile aramızdan ayrılmış olan sayın Clara Zetkin’in işaret ettiği noktalara açıklık getirip Türkiye’de kadın hakları konusunda neler yaptığımızı özetlemek ve nedenlerini anlatmak isterim. Türkiye’de kadın haklarının tarihi Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde başlar. 1858’de ilk ve orta düzeylerde İnas Mektebi açılmış olsa da bunu Devr-i İstibdad’ta yenileri izledi. Ama lise ve dengi okullar ancak 1911’de İstanbul’da, Kabasakal’daki Nemlizadeler Konağı’nda başladı. 1913’de Halide Edip Hanım’ın önderliğinde Teâli Nisvan Cemiyeti kuruldu. Bu cemiyet evlilik konusunda önemli adımların atılmasını sağladı.

 

Kadınların çalışma hayatına katılması daha sancılı bir süreçtir. Balkan Harpleri sırasında birçok vatan evladımız cepheye koşarken, biz kadınlar cephe gerisinde kaldık. Bu dönemde birçok cefakâr kadın kardeşimiz erkeklerin yerine çalışmaya başladı. Maalesef memleketimizin acıları dinmedi ve kendimizi Harb-i Umumi’de bulduk. O zaman Osmanlı kadınları olarak çöp toplamadan telefon memureliğine, sınıf öğretmenliğinden silah yapımına kadar her işte çalışarak vatanımıza yardımcı olduk. Özellikle 1916’da kurulan Kadınları Çalıştırma Cemiyeti hemşirelerimizin istihdamında yardımcı oldu. İşgal günlerindeyse Halide Edip Hanım gibi hemşirelerimiz mitingler düzenlediler toplantılar yaptılar. Sonunda kurtuluş günü gelince de vatanımızın yanında yer aldılar. Osmanlı kadını zor günlerden ve son derece acı deneyimlerden sonra bugünlere gelmiştir.

 

Cumhuriyet’in ilânı ise vatanımız ve Türk kadını için önemli bir dönüm noktasıdır. Cumhuriyet erkeklerin tebaadan vatandaşa dönüşümünü sağlamıştır. Cumhuriyet, erkeğin yanında kadınların inkişafının da gerekli olduğunu biliyordu. Halide Edib’in de belirttiği gibi; “Her iyi kadın, erkek için mukaddes bir kalkandır.” Kadınların hayatında önemli iyileştirmeler yapıldı. Kıyafet devrimi, kadınlara okuma hakkı verilmesi, medeni kanun, sosyal hayatta kadın ve erkeğe eşit davranılması gibi. Tabii ki bu dönemde Halk Fırkası’nın kadın hayatına yaptığı katkılar önemlidir; ama peki kadınların durumu tamamen olması gerektiği yere gelebilmiş midir? Maalesef daha kat etmemiz gereken çok yol vardır. Bu yolda cemiyetimiz ve fırkamızın rolü önemlidir.

 

Şimdi bu noktada cemiyetimizin ve fırkamızın neden ayrı birer kuruluş olduğundan bahsetmem gerekiyor. Her ne kadar Clara Zetkin bağımsız bir kadın partisinin varlığını eleştirse de bu bizim için gerekli bir adımdı. Bu konuda Nezihe Muhiddin şöyle demişti; “Fırka hayatı bizde daima bais-i felâketimiz olan ihtirasat-ı siyasiyyeye inkılâp etmiştir. Hâlbuki yeni Türkiye’nin banisi Mustafa Kemal Paşa’nın umdeleri etrafında toplanan Halk Fırkası’nı biz, bütün bunlardan münezzeh, âli ve kurtarıcı bir kuvvet olarak telâkki ediyoruz. Aynı zamanda bu umdelerde kadınlar, içtimai iktisadi inkişaf için münasib bir zemin vasi bir saha bulmuştur. Onun için Kadınlar Halk Fırkası namını aldık. […] Fırka diyorum, cemiyet demiyorum, Fırka siyasi olur, cemiyet ise türlü türlü makasid ile teşekkül eder.”

 

Böylece fırkamızın katkılarıyla, yüce Atatürk liderliğinde Türkiye’de kadınlara oy hakkı verildi; önce 1930 belediye seçimlerinde, sonra 1933 muhtar ve köy heyeti seçimlerinde. 1934’de ise arzulanan gelişmeye ulaşmış olduk; hemşirelerimiz seçme ve seçilme hakkını elde ettiler. Geçen şubatta yapılan seçimlerde ise 18 hemşiremiz meclise girmiştir. Umudumuz olan bu hemşirelerimiz, kadınlarımızın dertlerini ve isteklerini mecliste dile getirecektir. Böylece Türk kadının hak ettiği yere geleceğini umuyoruz.

 

                                                                                    Saygılarımla,

 

                                                                                  Su’ad Derviş

bottom of page